Uygarlıkların mükemmel bir yol gösterici olduklarını kim
inkar edebilir? Zamanı aşan, süreyi alt eden onlardır. Tarihin filmi bir yandan
oynayadursun, sarsılmaz güçleriyle onlar ayaktadırlar. Ve aynı, güç onların
kendi alanlarına egemen olmalarını sağlar, çünkü işgal ettikleri topraklar
sınır değişikliklerine uğrayabilir fakat en ortada, merkez bölgede onların
almış oldukları yer değişmez. Sezar veya Augustus zamanında nerede idiyseler,
Mustafa Kemal veya Albay Nasr zamanında da oradadırlar. Zaman ve mekan içinde
hareketsizdirler ya da çok az hareket ederler.
Bu hareketsizlik uygarlıkların, ilk bakışta göründüğünden
çok daha gerilerde bulunan bir geçmişe kök salmalarını sağlar ve bu uzun süre,
ister istemez onların niteliği ile bütünleşir. Romalılık İsa ile başlamadı.
İslamiyet 7. yüzyılda Muhammet ile başlamadı. Ve Ortodoks dünyası da 330
yılında Konstantinopolis’in kuruluşu ile başlamadı. Çünkü bir uygarlık
süreklilik demektir, öyle ki bu uygarlık değiştiği zaman, hatta bu değişiklik
yeni bir dinin getirdiği derin bir değişiklik de olsa kendi içinde yaşamaya
devam eder ve özünü oluşturan eski değerleri içine sindirir.
http://mapsontheweb.zoom-maps.com/image/82686153828 |
Valery ne derse
desin, uygarlıklar ölümlü değildirler. Çeşitli sarsıntılara, felaketlere göğüs
gererler. Gerekince külleri içinden yeniden doğarlar. Yıkılsalar, harap olsalar
da ayrıkotu gibi yeniden biterler.
Yunan uygarlığını ele alalım. Bu uygarlık Yunan alanını,
tarihin sıfır düzeyine indiren yıkım, kıyım ve istilalardan sonra, İÖ 8.
yüzyıla doğru doğar ve kendini belli etmeye başlar. Bugün hala ayaktadır. En
azından üç bin yıllık bir süre... Bu uzun yolda başına gelmedik felaket,
musibet kalmaz! Yunanistan ve Helen dünyası Roma lejyonları karşısında
yenilirler. Fakat Konstantin’in MS 330 yılında Konstantinopolis’i kurmasıyla
dört beş yüzyıl süren bu uzun bağımlılıktan, bu esirlikten kurtulurlar. Bundan
sonra bir Hıristiyan imparatorluğu başlar ki Roma İmparatorluğu kadar büyüktür.
Fakat 395’te bu imparatorluk ikiye bölünür, “pars orientis”, Bizans Yunan
İmparatorluğu olur, “pars occidentis” ise Barbarların ayakları altında ezilir;
ama Yunanistan bütün gücüyle yeniden doğar. Bu atılım onu binyıl daha
yaşatacak, ancak 1453’te Türklerin Konstantinopolis’i almaları her şeyin
yeniden ele alınmasını gerektirecektir. Oysa 19. yüzyılda Rus Ortodokslarının
ve Avrupa'nın yardımıyla gerçekleşen bir Haçlı seferi Balkanların Hıristiyan
halklarını birer birer kurtaracaktır.
Ortodoks dünyası için söylenenler, kendi koşulları içinde;
öteki iki merkez için de doğrudur: Roma ve Mekke. Esas olarak Roma için sıfır
noktası İsa’nın doğuşudur. İslam için sıfır noktası Muhammet’tir. Onun 16
Temmuz 622’de Mekke’den Medine'ye hicretidir.
Batı’nın yaptığı sadece, dilini,
düşüncesini, hukuk sistemini ve daha birçok şeyini aldığı Latin alemini devam
ettirmektir. İslam’ın kökenindeyse Arabistan çölleri ve kervanlar vardır, onun
gerisinde de uzun bir geçmiş; ama İslam daha çok, Arap atlarının ve deve
sürücülerinin büyük bir kolaylıkla elde ettikleri ülkeler demektir: Suriye,
Mısır, İran, Kuzey Afrika. İslam her şeyden önce Orta Doğu’nun ve bir dizi eski
kültür, ekonomi ve bilimin mirasçısıdır. İslam’ın kalbi Mekke’den Kahire’ye,
Şam’a ve Bağdat’a uzanan dar açık alandır.
Sık söylenen bir söz vardır: İslam
çöl demektir. Kalıp güzel ama şunu da eklemek gerek: İslam Yakın Doğu’dur. Bu
da onu, inanılmaz büyüklükte bir mirasla, dolayısıyla da yüzyıllarla yüklü
kılar.
Fernand Braudel, “Akdeniz: Mekan ve Tarih”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder