9 Aralık 2015 Çarşamba

Braudel: Yüzyılları Geriye Doğru Tırmanırken


 Fernand Braudel


Uygarlıkların mükemmel bir yol gösterici olduklarını kim inkar edebilir? Zamanı aşan, süreyi alt eden onlardır. Tarihin filmi bir yandan oynayadursun, sarsılmaz güçleriyle onlar ayaktadırlar. Ve aynı, güç onların kendi alanlarına egemen olmalarını sağlar, çünkü işgal ettikleri topraklar sınır değişikliklerine uğrayabilir fakat en ortada, merkez bölgede onların almış oldukları yer değişmez. Sezar veya Augustus zamanında nerede idiyseler, Mustafa Kemal veya Albay Nasr zamanında da oradadırlar. Zaman ve mekan içinde hareketsizdirler ya da çok az hareket ederler.

Bu hareketsizlik uygarlıkların, ilk bakışta göründüğünden çok daha gerilerde bulunan bir geçmişe kök salmalarını sağlar ve bu uzun süre, ister istemez onların niteliği ile bütünleşir. Romalılık İsa ile başlamadı. İslamiyet 7. yüzyılda Muhammet ile başlamadı. Ve Ortodoks dünyası da 330 yılında Konstantinopolis’in kuruluşu ile başlamadı. Çünkü bir uygarlık süreklilik demektir, öyle ki bu uygarlık değiştiği zaman, hatta bu değişiklik yeni bir dinin getirdiği derin bir değişiklik de olsa kendi içinde yaşamaya devam eder ve özünü oluşturan eski değerleri içine sindirir. 
http://mapsontheweb.zoom-maps.com/image/82686153828

Valery ne derse desin, uygarlıklar ölümlü değildirler. Çeşitli sarsıntılara, felaketlere göğüs gererler. Gerekince külleri içinden yeniden doğarlar. Yıkılsalar, harap olsalar da ayrıkotu gibi yeniden biterler.

Yunan uygarlığını ele alalım. Bu uygarlık Yunan alanını, tarihin sıfır düzeyine indiren yıkım, kıyım ve istilalardan sonra, İÖ 8. yüzyıla doğru doğar ve kendini belli etmeye başlar. Bugün hala ayaktadır. En azından üç bin yıllık bir süre... Bu uzun yolda başına gelmedik felaket, musibet kalmaz! Yunanistan ve Helen dünyası Roma lejyonları karşısında yenilirler. Fakat Konstantin’in MS 330 yılında Konstantinopolis’i kurmasıyla dört beş yüzyıl süren bu uzun bağımlılıktan, bu esirlikten kurtulurlar. Bundan sonra bir Hıristiyan imparatorluğu başlar ki Roma İmparatorluğu kadar büyüktür. Fakat 395’te bu imparatorluk ikiye bölünür, “pars orientis”, Bizans Yunan İmparatorluğu olur, “pars occidentis” ise Barbarların ayakları altında ezilir; ama Yunanistan bütün gücüyle yeniden doğar. Bu atılım onu binyıl daha yaşatacak, ancak 1453’te Türklerin Konstantinopolis’i almaları her şeyin yeniden ele alınmasını gerektirecektir. Oysa 19. yüzyılda Rus Ortodokslarının ve Avrupa'nın yardımıyla gerçekleşen bir Haçlı seferi Balkanların Hıristiyan halklarını birer birer kurtaracaktır.

Ortodoks dünyası için söylenenler, kendi koşulları içinde; öteki iki merkez için de doğrudur: Roma ve Mekke. Esas olarak Roma için sıfır noktası İsa’nın doğuşudur. İslam için sıfır noktası Muhammet’tir. Onun 16 Temmuz 622’de Mekke’den Medine'ye hicretidir. 

Batı’nın yaptığı sadece, dilini, düşüncesini, hukuk sistemini ve daha birçok şeyini aldığı Latin alemini devam ettirmektir. İslam’ın kökenindeyse Arabistan çölleri ve kervanlar vardır, onun gerisinde de uzun bir geçmiş; ama İslam daha çok, Arap atlarının ve deve sürücülerinin büyük bir kolaylıkla elde ettikleri ülkeler demektir: Suriye, Mısır, İran, Kuzey Afrika. İslam her şeyden önce Orta Doğu’nun ve bir dizi eski kültür, ekonomi ve bilimin mirasçısıdır. İslam’ın kalbi Mekke’den Kahire’ye, Şam’a ve Bağdat’a uzanan dar açık alandır. 

Sık söylenen bir söz vardır: İslam çöl demektir. Kalıp güzel ama şunu da eklemek gerek: İslam Yakın Doğu’dur. Bu da onu, inanılmaz büyüklükte bir mirasla, dolayısıyla da yüzyıllarla yüklü kılar. 

Fernand Braudel, “Akdeniz: Mekan ve Tarih”



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder