Kayra Keri Küpçü
“ ... Zeus ilk gençlik çağına gelince babası Kronos’ u
tahtından indirdi ve onun yerini aldı. Fakat iş bununla bitmedi. Yerin altında
zincire vurulmuş olan mağrur devler yeni Tanrıyı istemediler. Sinirlendiler ve
homurdanmaya başladılar. Devler homurdanıp kapatılmış oldukları mağaraları
zorladıkça yer kabuğu sarsılıyor, dağlar devriliyor, korkunç depremler
oluyordu. Zeus bu depremlere sebep olan devleri serbest bırakmak istedi ve
yerkabuğunu kaldırarak Titan adı taşıyan ve dünyayı rahatsız eden bu korkunç
devleri salıverdi. Fakat yer altından çıkar çıkmaz nankör Titanlar Zeus’ la
savaşa girdiler. Olympos’ a ulaşıp Ulu Tanrıyı devirmek için önlerine çıkan
dağları birbiri üstüne yığdılar, kocaman kayaları Zeus’ a fırlattılar.
Bunlardan bazıları denize düştü, adalar meydana geldi, bazıları karalara isabet
etti, tepeler oluştu. Zeus bunca olaya göz yumamazdı ve yeraltına inerek oraya
hapsedilmiş olan Cyclops’ ları (Tek gözlü devler) kurtardı.
Cyclops’ lar güçlü, vahşi, dövüşmekten hoşlanan ve
alınlarının ortasında tek bir göz olan devlerdi. Ulu Tanrı Zeus’ un fırlattığı yıldırımlar,
iri yapılı Cyclopsların örsleri üzerine indirdikleri çekiçlerden meydana
gelirdi. Orada Zeus yıldırımlar ve şimşekler hazırlayan Cyclopsları gözetlemek
ve kaçırmamak için ellişer başları ve yüzer kolları bulunan ifritler de vardı. Zeus: “ Dünyayı rahatsız eden fenalıklardan
kurtarmak için sizin kuvvetli kollarınıza ihtiyacım var, sizi buradan
çıkaracağım. Beni takip ediniz. “ dedi. İfrit ve Cyclopslar hep bir ağızdan
bağırdılar:“ Buyruklarınızı yerine getirmeye hazırız. “
Yer altından gün ışığına çıkan İfritler ve Cyclopslar asi Titanların karşısına
dikildiler. Cyclopslar ateş saçan oklarını hazırlarken, ifritler taşlarla
silahlanmışlardı. Kavga başladı. Kavganın korkunç gürültüsünden dağlar, taşlar
inledi, denizler ürperdi, Olympos’ un en yüksek tepesinden Cehennemlere kadar
her yer sarsıldı. Yıldızlar bile bu yaygaradan rahatsız oldular. İki tarafta
birbirlerinin üzerine binlerce ok ve kaya fırlatıyordu. Henüz kimin kazanacağı
belli olmadığı zamanda kudretli Zeus bir savaş arabası üzerinde gökyüzünde
göründü. Elinde zafer yıldırımı vardı. Bütün kuvvetiyle Titanların üzerine
yüklendi. Korkunç yıldırımları fırlattığı zaman dağlar yarıldı, fırtınalar
koptu, ormanlar tutuştu, denizler taştı, rüzgarlar kalın bir duman tabakasını
önlerine katarak Titanları bulundukları yerlere sürdüler. Duman Titanları boğdu
ve onların kudretlerini felce uğrattı.
Bu durumdan faydalanan ifritler aynı zamanda üç yüz kayayı Titanların üzerine
attılar ve düşmanlarını kayaların altında ezdiler. Sonra Zeus onları yeraltına
yuvarladı. İşte o zamandan beridir yerler ve gökler yalnız bir Ulu Tanrı
tanırlar ve yalnız O’ nun buyruklarına boyun eğerler. O artık hiçbir kuvvetin
sarsamayacağı, hiçbir düşmanın dokunamayacağı bir kudret olur... “
Peki
Fantezi Edebiyatının temelini oluşturan ve FRP oyunlarının da kaynağı olan
Mitoloji nedir? Mitoloji bir nevi “ efsane bilimidir. “ Yunanca masal, hikaye
anlamına gelen Mythos ve söz anlamına gelen Logos kelimelerinden türemiştir.
Yani Mitoloji eski çağ Tanrılarının, yarı Tanrılarının, masallarının ve
kahramanlarının da içinde bulunduğu büyüleyici dünyanın hikayelerinin destansı
bir dil ile anlatılmasıdır.
Her ulusun, her milletin tarihinde destanları, kahramanlıkları, efsanevi
hikayeleri, inanç sistemleri, Tanrıları, dinleri, masalları, söylenceleri
vardır. Ama nedense mitoloji denince akla ilk “ Yunan Mitolojisi” gelir. Neden
mi? Çünkü Yunan Mitlerinde anlatılan olayların sonuçları günümüzde
görülmektedir. Ayrıca Yunan Mitolojisi ulusal bir yapıyı değil evrensel bir
yapıyı barındırır. Fantezi öykülerinde ve FRP oyunlarında sıkça karşılaştığımız
Satyrler, Centaurlar, Minatourlar, Harpyler, Titanlar, Cyclopslar, Nymphler vb.
gibi karakterler de ilk olarak Yunan Mitolojisinden ortaya çıkmıştır. Ayrıca
fantezi edebiyatındaki Tanrıların da hata yapabilme olasılığı, Tanrı- insan
diyalogları, Tanrılarla savaş gibi temalar da ilk olarak mitolojiyle ortaya
atılmış oldu. Mitoloji sadece Yunan Mitolojisinden ibaret değildir tabii ki.
Ama madem en yaygını bu o zaman bizde ondan bahsederiz.
Peki Yunan Mitolojisine göre Dünya nasıl oluştu?
Yunan Mitolojisi’nde “Başlangıçta kaos vardı.“ denir. Bu Kaos nedir pek
bilinmez. Belki de bu bilinmezlik ona Kaos ismini vermiştir. Kaos karışık ve
hiçbir şekil almamış olan uçsuz bucaksız boşluğu ve karanlığı temsil ediyordu.
Kaos’dan her şeyin dayanağı olan Gaia (Yer) çıktı. Sonra sevginin temeli, her
şeyi birbirine çeken, birleştiren ve çoğalma sembolü olan Eros (Aşk) doğdu.
Kaos’dan Erebos (Karanlık) doğdu. Onlar da birleşerek yerin üst tabakasının
ışığı olan Aither (Hava) ve yeryüzünün ışığı olan Hemera’ yı (Gündüz) doğurdular.
Işık meydana geldikten sonra yaratılış sürekli devam etti.
Kaos bunları doğururken Gaia’da “Ölmezlerin Yeri” olan ve yıldızlarla bezeli
bulunan göğü Uranus’ u doğurdu. Gaia, göğe tamamiyle kendini kaplasın ve içine
alsın diye kendi büyüklüğünü verdi. Ondan sonra Gaia yüksek dağları, ahenkli
dalgaları bulunan Pontos’ u (Deniz) meydana getirdi. Gaia ve Uranus’un
kucaklaşmasıyla ilk varlıklar oluşmaya başladılar. Gaia, Uranus’ un kolları
arasında mutlulukla kıpırdandığında, narin, yeşil, yumuşak tepeler oluştu, ve
Gaia bu tepelerden Titanları doğurdu. Titanlardan sonra, Gaia yüz kollu, dev
canavarlar doğurdu. Babaları Uranus onlardan görür görmez nefret etti, iğrendi,
onları yuttu ve toprağın içine geri itti. Gaia acıyla kıvranıyordu, bu kıvranmalardan
yeryüzündeki büyük taşlık dağlar oluştu. Ancak Uranus Gaia’ ya eziyet etmekten
vazgeçmiyordu.
Gaia acı içindeki çocukları Titan’lara seslendi. Babaları Uranus’ a karşı
kendisiyle birlik olmalarını istedi. Ancak Titan’ lar Uranus’ tan o kadar
korkuyolardı ki yardım çağrısına karşılık vermediler. Ama cesur biri vardı ki
annesine yardım edip babasını saf dışı bıraktıklarında evrenin idaresinin
kendisine geçeceğini sezinleyen Kronos. Bunun üzerine Gaia, Kronos’ un
pençeye benzeyen güçlü elleri için demiri yarattı. Yerden biten bu demiri çakıl
taşıyla biledi, bir orak haline getirdi ve Kronos’ a verdi. “Bununla babanı
hadım edeceksin!” dedi. Kronos orağı aldı, ve gece olduğunda uykuya çekilen
babasının üzerine atıldı ve onu hadım etti. Böylece gökyüzü sonsuza dek
yeryüzünden ayrılmış oldu, artık dünyaya hükmedecek hükümdarların, toprağa ayak
basmaları gerekecekti, gökyüzünden yeryüzüne hükmetmek olanaksızlaşmıştı.
Babasının erkeklik organını kesen Kronos, ardına bile bakmadan oradan
uzaklaştı. Kesilmiş erkeklik organından toprağa damlayan kanlardan yeni
varlıklar doğdu. Erkeklik organı kesilmiş olan Uranus, korkunç bir acı
duymuştu, duyduğu ilk acıydı bu, korkunç bir çığlık attı. Uranus’ un intikam
arzusuyla dolu bu çığlığından ve havada uçmakta olan kesik organdan damlayan
ilk kan damlalarından İntikam Tanrıçaları Erinysler doğdu...
Ardından erkeklik organından damlayan ikinci kanla birlikte Gigantlar oluştu.
Gigantların dış görünüşleri pek garipti. İnsanlara benzer bir yapıları vardı
ancak vücutlarının alt kısmında yılan biçimli bir kuyruk bulunuyordu. İki
ayakları üzerinde duruyorlar ancak sürüngen özellikleri de gösteriyorlardı.
Organ uçtu, uçtu, sonunda suya düştü... Üzerinde bulunan spermler tuzlu deniz
suyu ile birleşti ve bir köpük oluşturdu. Bu köpük Kıbrıs kıyılarında karaya
vurdu ve içinden güzeller güzelli Aşk Tanrıçası Aphrodite çıktı. Aphrodite
göğün kızıdır ve ilk Tanrıçalardan biridir.
Uranus hadım edilip cinsel organından dünyaya Erinysler, Gigantlar ve Aphrodite
geldikten sonra Kronos Baş Tanrı olmuş ve tahta geçmiştir.
Ancak Kronos’ un, babasından daha da zalim bir Tanrı olacağını kimse bilemezdi.
Yüz kollu dev kardeşlerini kurtaracağı
yerde, ona umut bağlamış olan zavallıcıkları daha da derinlere, Tartaros’a itti.
Tartaros, Yeraltı Dünyası’nın en derin, en korkunç, en karanlık yeridir ve
Homeros tarafından “ Tartaros’ un yeraltı dünyasına olan uzaklığı, dünyanın
gökyüzüne uzaklığı kadardır. “ diye tanımlanır. Oraya düşmek, bir varlığın
başına gelebilecek en kötü şeydir.
Kronos, kendisine ayak bağı olacaklarını düşündüğü kardeşlerini Tartaros’a
hapsettikten sonra keyfine baktı ve kardeşi Rhea’yı kendisine eş olarak aldı.
Fakat hayal kırıklığına uğramış olan Gaia, Kronos’ un ihanetine bir kehanetle
yanıt verdi ve Kronos’ un keyfini kaçırdı... “ Babana yaptıklarının aynısını
günün birinde çocuklarından biri de sana yapacak. “
Rhea, Kronos’ a bir sürü çocuk doğurdu. Böylece eski Yunan Tanrıçaları ve
Tanrıları birer birer ortaya çıktılar.
Kronos, annesinin kehanetinden korkuyor, Rhea doğurdukça çocukları yutuyordu.
Rhea bu durumdan elbette hoşnut değildi ancak, günün birinde doğacak çocuğunu
sever de kıyamaz yutamaz umuduyla doğurmaya devam ediyordu. Ancak Kronos akıllanacağa
benzemiyordu. Oysa Rhea’nın sabrı tükenmişti, yine hamileydi ve bu sefer
doğacak çocuğunu Kronos’un midesine göndermeye hiç niyeti yoktu!
Annesi Gaia’dan akıl aldı, ve onun öğüdüne uyarak çocuğunu dağlık bir yere gidip doğurdu ve oğlunu keçi sütü ile besledi. Sonra da onu Doğa Perileri olan Kuret lere emanet etti. Kuretler eğer Kronos oralara yaklaşacak olursa korkunç sesler çıkarıp bebeğin sesini duymamasını sağlayacaklarına söz verdiler.
Annesi Gaia’dan akıl aldı, ve onun öğüdüne uyarak çocuğunu dağlık bir yere gidip doğurdu ve oğlunu keçi sütü ile besledi. Sonra da onu Doğa Perileri olan Kuret lere emanet etti. Kuretler eğer Kronos oralara yaklaşacak olursa korkunç sesler çıkarıp bebeğin sesini duymamasını sağlayacaklarına söz verdiler.
Sonra Rhea yerden bir kaya aldı ve bunu battaniyelere sarıp sarmalayıp
doğurduğu yavrusu diye
Kronos’a verdi. Kronos’un öylesine gözü dönmüştü ki kayayı
battaniyelerle birlikte yuttu ve Rhea’nın sonraki doğumuna kadar rahatladı.
Fakat Rhea yeniden doğurmadı.
Aradan yıllar geçti ve Zeus genç, güçlü ve kuvvetli bir Tanrı oldu. Günün
birinde Metis’e, Akıllı ve Bilge Peri’ ye rastladı. Zeus hemen ona aşık oldu.
Metis’e hayatını anlattı. Babasının çılgınlıklarından, yeraltına hapsedilmiş
kardeşlerinden bahsetti. Metis öğrendikleri karşısında kayıtsız kalamadı ve
Zeus’ a yardım etmeye karar verdi. Hemen büyülü bir iksir hazırladı ve babasına
içirmesini tembihleyerek bunu Zeus’a verdi. Zeus kendisini babasının sarayına
kabul ettirdi ve bu iksiri babasının şarabına koydu. İksir hemen etkisini
gösterdi ve Kronos yuttuğu çocukları bir bir kustu. Çocukları, Kronos’un
midesinden çıktıktan sonra babalarının karşısına dikildiler: İlerde Olympos’ ta
bir nevi ev kadını olan Ocak ve Ev Düzeni Tanrıçası Hestia, kolunda bir demet
başak ile tasvir edilen Bereket Tanrıçası Demeter, evliliğin koruyucusu Hera,
sonradan Yeraltı Dünyası’nın Tanrısı olan Hades ve sonradan Denizler Tanrısı
olan Poseidon...
Hepsi de Zeus’ un önderliğinde babalarına karşı birleştiler ve şiddetli bir
savaş başladı. Zeus, Tartaros’ tan yüz kolluları çıkardı. Onlar da kendilerini
esaretten kurtaran Zeus’a minnettarlıklarını bildirmek için onun yanında
savaştılar. Hatta Zeus’a şimşekli silahlar armağan ettiler. Böylece savaş Zeus
ve kardeşlerinin üstünlüğü ile sona erdi.
Kronos alt edilince, Zeus önderliğinde yepyeni bir düzen
kuruldu. Zeus, kendisini “ Gökyüzünün ve Yeryüzü’ nün Tanrısı”, Poseidon’ u “
Denizler ve Irmakların Tanrısı”, Hades’ i “ Yeraltı Dünyası’nın Tanrısı” ilan
edip, zirvesi devamlı bulutlarla kaplı olan Olympos Dağı’ na yerleşti.
Ayrıca; Zeus kendisine karşı gelen Titanları Tartaros’a
kapatarak cezalandırdı. Ancak birer Titan oldukları halde kendisine
başkaldırmayan Prometheus ve Epimetheus kardeşleri “ İnsanın Yaratılışı”nda
görevlendirdi. Savaşta diğer Titanların başında bulunan Atlas ise en büyük
cezayı, yerküreyi omuzlarında taşıma cezasını aldı...
Dünya yaratıldıktan sonra geriye tek bir eksik kaldı. O da
insandı. Ya insan nasıl yaratıldı?
Titan İapetos’ un dört oğlu olmuştu. Bunlardan Menoitios ve
Atlas; Zeus’ e başkaldıran Titanlarla beraber olduklarından
cezalandırılmışlardı. Menoitios hainliğinden ve ölçüsüz cüretinden dolayı
Erebes’ e daldırılmıştı. Atlas ise dünyanın öbür ucunda ve Hesperideslerin
önünde omuzlarına gök kubbesini yüklenerek ayakta beklemek cezasına
çarptırılmıştı. Diğer iki kardeş Prometheus ve Epimetheus’ un kaderleri daha
farklı oldu. Her ikisi de insanın yaratılışında önemli rol oynadılar.
Olympos Tanrılarının kudretine ve kuvvetine karşılık
Prometheus’ ta kurnazlık ve zeka vardı. Titanların meşhur isyanları sırasında
tarafsız davranan bir Titan olduğu halde baş Tanrı kendisine başkaldırmadığı,
tersine saygı gösterdiği için Prometheus’u Olympos’a ölmezler arasına kabul etmişti.
Fakat kendi ırkını mahveden Zeus’a karşı içinde büyük bir kin ve öfke olan
Prometheus, Tanrılarını inkar edecek, onları hiçe sayacak ve işleyecekleri
kötülüklerle en vahşi hayvanlara bile taş çıkartacak, dünyanın başına bela
olacak bir mahluğu, insanı yaratarak intikam almaya karar verdi. Prometheus ilk
insanı çamuru göz yaşlarıyla karıştırarak yarattı. O sırada oradan geçmekte
olan Athena Prometheus’un eserine hayran
kaldı ve çamura hayat üfledi. Buna aslanın gücünü, tavusun kibrini, tilkinin
kurnazlığını tavşan’ın ürkekliğini kattı.
Voltaire de Felsefe Sözlüğü’ nün insan bahsinde şöyle bir
mit ten bahsediyor: “ İnsan yaratıldıktan sonra yaşayacağı zamanın, yani ömrün
tespiti meselesi kaldı. Zeus, insanın normal olarak 25 sene yaşamasını kâfi
görüyordu. İnsan sızlandı. 25 senede ne yapabilecekti? Aşağı yukarı bunun
yarısı uyku ile geçecekti. Çocukluk dönemini de çıkarınca geriye bir şey
kalmayacaktı. Zeus: “ Ne yapayım; en son yaratıldığın için güçlü olmak, hızlı
uçmak, çok uzaklardan görmek, iyi koku almak vasıfları gibi uzun ömür de diğer
canlılara dağıtıldı.” dedi. İnsan ağlayarak yalvarmasına devam etti. O sırada
onun yanında şu altı hayvan bulunuyordu. “ Tırtıl, Kelebek, Tavus, Beygir,
Tilki, Maymun” Hayatı tatlı bularak çok yaşamak için çırpınan insan, Zeus a bu hayvanları göstererek “ Bunların
ömürlerinden al bana ver, ben üstün bir canlıyım, benim çok yaşamam lazım,
onlar yaşamasalar da olur. “ dedi. Baş Tanrı bunun haksız olacağını, Tanrılar
için her canlının eşit olduğunu ileri sürerek, insanın, ömrünün belirli
zamanlarında o hayvanların hayatını yaşamasını, yani o hayvanlar gibi ömür
sürmesini şart koşarak hayatı uzattı. Bu sebeptendir ki, yeni doğan bir insan
yavrusu evvelce “ Tırtıl gibi yerde sürünür, emekler, bu bebeklik dönemidir.
Sonra Kelebekler gibi neşe ile koşar, oynar, bu çocukluk çağıdır. Zaman geçince
özellikle on beşinden sonra gençlik çağı başlar. Bu devrede insan Tavus
hayatını yaşar, onun gibi gururlanır. 25- 30 yaşından sonra ev bark sahibi
olunca üzüntüler, kederler başlar; o zaman beygir gibi hayatın yükünü çekmek
icap eder. İnsan kırkından sonra tecrübe sahibi olur, olgunlaşır, bu devrede
Tilki gibi kurnaz olur. Ellisinden, altmışından sonra da insan maymun gibi
çirkinleşir. “
İnsan ilk yaratıldığında çıplaktı, kendisini koruyacak hiç
bir şeye sahip değildi. Doğduğu günden itibaren acıları, üzüntüleri, ve bitmek
bilmeyen ihtiyaçları başlıyordu. İlk insan çiğ meyvelerle, kanlı etlerle
beslenip, elbise yerine bitkilerin yapraklarına sarılıyorlardı. Güneşin
faydalarını bilmeden kendilerini karanlık oyuklarda saklıyorlardı. İnsanoğlu
yaratıldığında Prometheus kardeşi Epimetheus’a dedi ki, “ Şimdi de sen bu
ölümlü canlıların sıfatlarını dağıt. “ Epimetheus başladı onlara iyi kötü
özellikler vermeye. En son sıra insana geldi. Fakat Epimetheus elindeki bütün
güzel sıfatları dağıtmış, insana verecek bir şeyi kalmamıştı! Prometheus
yetişti o anda ve insana iki ayağı üzerinde durma yetisi, ateşi ve bunu
kullanacak zekayı vermekte karar kıldı. (Bu arada belirtmek isterim ki
Prometheus ileri görüşlü / önceden gören, Epimetheus ise “geri” görüşlü /
sonradan gören anlamına gelmektedir.)
İnsanlar gelişmeye başladılar. Zeus karıştı orda hemen işin
içine. Dedi ki, “Biz Tanrılara tapınmayı öğrensin insanoğlu. Bana, kurban
ettiğiniz her hayvanın bir parçasını vereceksiniz. Hangi parça olduğuna ben
karar vereceğim. Haydi kurban edin bana şurada duran koyunu.” diye buyurdu.
Prometheus insanlara yardımcı oldu hemen. Ölümsüz bir Tanrının, insanoğlunun yiyeceğine kendisini ortak koşuyor olmasına öfkelendi ve bir oyun oynadı Zeus’a. Kurban etinin en güzel parçalarını işkembenin içine doldurdu. En kötü kısımlarla kemiklerin üstünü yağlarla bir güzel örttü. İnsanlar dediler ki , “ Buyur seç bakalım, hangi parçaları sana verelim kurban ettiğimiz hayvanlardan, ulu Zeus? ” Zeus şöyle bir baktı, “O iğrenç işkembeyi ben ne yapayım, şu yağlarla kaplı semiz etleri seçiyorum.” dedi. Ancak bir baktı ki yağların altında kemik dolu. Çok öfkelenen Zeus kendisini aldatmış olan insanlara ve Prometheus’a çok içerledi. Bir Tanrı olarak oyuna getirilmeyi hazmedemiyordu ama, Tanrının kararı kesin olmak zorundaydı; hayır bunu beğenmedim diğerini alacağım diyemezdi.
Ulu Tanrı oyuna getirilmeyi yediremeyerek insanların elinden
ateşi aldı. Fakat Prometheus yine insanların yardımına koştu. İçi baştan başa
oyuk fakat yanabilir bir özle kaplı olan Ferule “ Şeytantersi ağacı” denilen
ağaçtan bir dal koparıp Lemnos adasına gitti. Hephaistos un (Ateş Tanrısı)
alevler fışkıran ocağına yaklaştı ve madenleri eriten kızgın ateşinden bir
kıvılcım çaldı. Elindeki sopanın özünün içine sakladı ve onu yeniden insanlara
götürdü. O günden itibaren insanlar ateşin yardımıyla daha iyi yaşamaya
başladılar. Yiyeceklerini pişiriyorlar, soğuk havada ısınıyorlar, karanlık
mağaralarda çıralı odunları yakarak birbirlerinin yüzlerini görüyorlardı. Fakat
bir süre sonra nerden geldiklerini ve ne olduklarını unutarak kendilerini
Tanrılarla eşit tutmaya başladılar. Zeus onların böyle şımarık davranacaklarını
önceden tahmin ettiği için onlara ateşi vermemişti. Kendi haberi olmaksızın insanlara ateşi hediye
ettiği ve onları şımarttığı için Prometheus’ a kızarak onu Kafkas dağlarının en
yüksek tepesine gönderdi ve ateşin, sanayiinin Tanrısı Hephaistos’tan onu
yalçın kayalara çakmasını istedi. İlahi demirci istemeyerek Zeus’un bu emrine
boyun eğdi ve Prometheus’ un kollarına ayaklarına kırılmaz zincirler geçirerek
onları sıkıca kayalara çaktı. Prometheus’ un cezası bununla da kalmadı. . Her
sabah, kocaman bir kartal kanatlarını açarak süzülüyor ve gelip Prometheus’un
ciğerlerini yiyordu. Bu vahşi hayvan sivri tırnaklarını Prometheus’ un göğsüne
batırıyor ve korkunç gagası ile ciğerini didikliyordu. Akşama kadar yediği
ciğer, gece sabaha kadar tekrar bitiyor, çoğalıyor eski haline geliyordu. Bu
işkence tam bin sene sürecekti. Fakat otuz sene sonra Zeus Prometheus’a acıdı ve onu affederek tekrar
ölümsüzler arasına Olympos dağına aldı.
Sonunda Prometheus yeniden özgürlüğüne kavuşmuş. Ama nasıl,
işte bu kesin olarak bilinmiyor. Bazı kaynaklara göre, Hercules kurtarmış onu.
Bazıları ise, Zeus’un onu affettiğini söyler. Çünkü, Zeus yine gönlünü yeni bir
aşka, Su Perisi Thetis’e kaptırdığında, ileri görüşlü Prometheus bunu görüp, “
Thetis’ in doğuracağı çocuk babasından çok daha kuvvetli ve iktidar sahibi
olacak, sakın onla beraber olma.” demiş ve Zeus onun zincirlerini çözmüş.
Prometheus insanlar arasındaki yaşamına devam etti fakat
yinede Zeus’un ona bir kötülük yapabileceğini de biliyordu. Bu yüzden kardeşi
Epimetheus’a: “Sakın Tanrılardan hediye kabul etme.” dedi. Ancak günün birinde
Epimetheus Tanrılardan gönderilen bir hediyeyi geri çeviremedi. Bu hediye dünya
üzerindeki ilk kadın olan güzeller güzeli Pandora idi.
Zeus, oldukça başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos’tan
kadını yaratmasını istedi. Hephaistos babasının isteği üzerine çamuru su ile
yoğurdu ve görenleri şaşırtacak güzellikte bir kadın vücudu yarattı. Olympos’ta
oturan Tanrıçaların en güzeli olan ve kendi karısı olan Aphrodite’in vücudunu
model olarak kullanmıştı. Heykel bitince onun kalbine ruh yerine bir kıvılcım
koydu. O zaman heykelin gözleri açıldı. Kolları bacakları kıpırdamaya ve
dudakları konuşmaya başladı. Onu süslemek için bütün tanrılar ve tanrıçalar
yardım ettiler. Herkes kendisinden ona bir şey armağan etti ve ona Rumca “bütün
armağan” anlamına gelen Pandora adını taktılar. Athena ona güzel bir kemer,
süslü elbiseler verdi. Letafet perileri Kharites beyaz göğsüne parlak altın
gerdanlık taktılar. Aphrodite başına güzellikler saçtı. Güzel saçlı Horalar
ilkbahar çiçekleriyle onu süslediler. Hermes, Pandora’ nın kalbine, hıyanet ve
aldatıcı sözler yerleştirdi. Zeus da ona esrarlı bir kutu armağan etti ve ona
dedi ki; “Sakın verdiğim kutuyu açma, içindeki iyi şeyler uzaklara kaçar ve
onların yerine fenalıklar gelir, seni rahatsız ederler. Bu kutuyu iyi sakla
bütün insanların saadeti ve felaketi bu kutunun açılıp açılmamasına bağlıdır.“
Böyle dedikten sonra baş Tanrı ilk kadını yeryüzüne indirdi ve Prometheus’ un
kardeşi Epimetheus’a gelin olarak gönderdi. Prometheus kardeşine Zeus’tan hiç
bir şekilde hediye kabul etmemesini tembih ettiği halde Pandora’ nın
güzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tutmadı ve onunla evlendi.
Pandora oldukça meraklı olduğundan dünyaya gelir gelmez
kutunun içinde ne olabileceğini düşünmeye başladı ve Zeus’ un uyarısını
unutarak kutuyu açtı. Kutunun içindeki hastalık, keder, ıstırap, yalan, riya
gibi insanları rahatsız edecek ve onları felakete sürükleyecek ne kadar kötülük
varsa hepsi açılan kutudan kuşlar gibi uçuştular. Pandora hatasını anlayarak
biraz sonra kutuyu kapadı ancak kutuya kapatılan kötülüklerin arasında,
insanları yaşatacak, teselli edecek “ Umut” ta vardı. Fakat umut dışarı
çıkamamış kutuda kalmıştı. . Böylece Zeus ilk kadını beraberinde kötülüklerle dolu
bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almıştı.
Umut, o anda Prometheus’ un yönetimine girdi. Onu çok iyi
korudu Prometheus ve asla gerekenden fazlasını vermedi kimseye; ve kardeşinin
hatalarının sonucu, yaratmış olduğu insanoğlunu asırlar boyunca korumak,
kollamak zorunda kaldı...
Kayra "Keri" KÜPÇÜ
www.frpnet.net/yazilar/Keri/mitoloji.htm+mitoloji%2Byunan&hl=tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder