10 Aralık 2015 Perşembe

Yunan Mitolojisi ve FRP




Kayra Keri Küpçü

www.cizgileringucuadina.com

“ ... Zeus ilk gençlik çağına gelince babası Kronos’ u tahtından indirdi ve onun yerini aldı. Fakat iş bununla bitmedi. Yerin altında zincire vurulmuş olan mağrur devler yeni Tanrıyı istemediler. Sinirlendiler ve homurdanmaya başladılar. Devler homurdanıp kapatılmış oldukları mağaraları zorladıkça yer kabuğu sarsılıyor, dağlar devriliyor, korkunç depremler oluyordu. Zeus bu depremlere sebep olan devleri serbest bırakmak istedi ve yerkabuğunu kaldırarak Titan adı taşıyan ve dünyayı rahatsız eden bu korkunç devleri salıverdi. Fakat yer altından çıkar çıkmaz nankör Titanlar Zeus’ la savaşa girdiler. Olympos’ a ulaşıp Ulu Tanrıyı devirmek için önlerine çıkan dağları birbiri üstüne yığdılar, kocaman kayaları Zeus’ a fırlattılar. Bunlardan bazıları denize düştü, adalar meydana geldi, bazıları karalara isabet etti, tepeler oluştu. Zeus bunca olaya göz yumamazdı ve yeraltına inerek oraya hapsedilmiş olan Cyclops’ ları (Tek gözlü devler) kurtardı.

Cyclops’ lar güçlü, vahşi, dövüşmekten hoşlanan ve alınlarının ortasında tek bir göz olan devlerdi. Ulu Tanrı Zeus’ un fırlattığı yıldırımlar, iri yapılı Cyclopsların örsleri üzerine indirdikleri çekiçlerden meydana gelirdi. Orada Zeus yıldırımlar ve şimşekler hazırlayan Cyclopsları gözetlemek ve kaçırmamak için ellişer başları ve yüzer kolları bulunan ifritler de vardı.  Zeus: “ Dünyayı rahatsız eden fenalıklardan kurtarmak için sizin kuvvetli kollarınıza ihtiyacım var, sizi buradan çıkaracağım. Beni takip ediniz. “ dedi. İfrit ve Cyclopslar hep bir ağızdan bağırdılar:“ Buyruklarınızı yerine getirmeye hazırız. “

                Yer altından gün ışığına çıkan İfritler ve Cyclopslar asi Titanların karşısına dikildiler. Cyclopslar ateş saçan oklarını hazırlarken, ifritler taşlarla silahlanmışlardı. Kavga başladı. Kavganın korkunç gürültüsünden dağlar, taşlar inledi, denizler ürperdi, Olympos’ un en yüksek tepesinden Cehennemlere kadar her yer sarsıldı. Yıldızlar bile bu yaygaradan rahatsız oldular. İki tarafta birbirlerinin üzerine binlerce ok ve kaya fırlatıyordu. Henüz kimin kazanacağı belli olmadığı zamanda kudretli Zeus bir savaş arabası üzerinde gökyüzünde göründü. Elinde zafer yıldırımı vardı. Bütün kuvvetiyle Titanların üzerine yüklendi. Korkunç yıldırımları fırlattığı zaman dağlar yarıldı, fırtınalar koptu, ormanlar tutuştu, denizler taştı, rüzgarlar kalın bir duman tabakasını önlerine katarak Titanları bulundukları yerlere sürdüler. Duman Titanları boğdu ve onların kudretlerini felce uğrattı.

                Bu durumdan faydalanan ifritler aynı zamanda üç yüz kayayı Titanların üzerine attılar ve düşmanlarını kayaların altında ezdiler. Sonra Zeus onları yeraltına yuvarladı. İşte o zamandan beridir yerler ve gökler yalnız bir Ulu Tanrı tanırlar ve yalnız O’ nun buyruklarına boyun eğerler. O artık hiçbir kuvvetin sarsamayacağı, hiçbir düşmanın dokunamayacağı bir kudret olur... “

               Peki Fantezi Edebiyatının temelini oluşturan ve FRP oyunlarının da kaynağı olan Mitoloji nedir? Mitoloji bir nevi “ efsane bilimidir. “ Yunanca masal, hikaye anlamına gelen Mythos ve söz anlamına gelen Logos kelimelerinden türemiştir. Yani Mitoloji eski çağ Tanrılarının, yarı Tanrılarının, masallarının ve kahramanlarının da içinde bulunduğu büyüleyici dünyanın hikayelerinin destansı bir dil ile anlatılmasıdır.

                Her ulusun, her milletin tarihinde destanları, kahramanlıkları, efsanevi hikayeleri, inanç sistemleri, Tanrıları, dinleri, masalları, söylenceleri vardır. Ama nedense mitoloji denince akla ilk “ Yunan Mitolojisi” gelir. Neden mi? Çünkü Yunan Mitlerinde anlatılan olayların sonuçları günümüzde görülmektedir. Ayrıca Yunan Mitolojisi ulusal bir yapıyı değil evrensel bir yapıyı barındırır. Fantezi öykülerinde ve FRP oyunlarında sıkça karşılaştığımız Satyrler, Centaurlar, Minatourlar, Harpyler, Titanlar, Cyclopslar, Nymphler vb. gibi karakterler de ilk olarak Yunan Mitolojisinden ortaya çıkmıştır. Ayrıca fantezi edebiyatındaki Tanrıların da hata yapabilme olasılığı, Tanrı- insan diyalogları, Tanrılarla savaş gibi temalar da ilk olarak mitolojiyle ortaya atılmış oldu. Mitoloji sadece Yunan Mitolojisinden ibaret değildir tabii ki. Ama madem en yaygını bu o zaman bizde ondan bahsederiz.
                Peki Yunan Mitolojisine göre Dünya nasıl oluştu?
                Yunan Mitolojisi’nde “Başlangıçta kaos vardı.“ denir. Bu Kaos nedir pek bilinmez. Belki de bu bilinmezlik ona Kaos ismini vermiştir. Kaos karışık ve hiçbir şekil almamış olan uçsuz bucaksız boşluğu ve karanlığı temsil ediyordu. Kaos’dan her şeyin dayanağı olan Gaia (Yer) çıktı. Sonra sevginin temeli, her şeyi birbirine çeken, birleştiren ve çoğalma sembolü olan Eros (Aşk) doğdu. Kaos’dan Erebos (Karanlık) doğdu. Onlar da birleşerek yerin üst tabakasının ışığı olan Aither (Hava) ve yeryüzünün ışığı olan Hemera’ yı (Gündüz) doğurdular. Işık meydana geldikten sonra yaratılış sürekli devam etti.

                Kaos bunları doğururken Gaia’da “Ölmezlerin Yeri” olan ve yıldızlarla bezeli bulunan göğü Uranus’ u doğurdu. Gaia, göğe tamamiyle kendini kaplasın ve içine alsın diye kendi büyüklüğünü verdi. Ondan sonra Gaia yüksek dağları, ahenkli dalgaları bulunan Pontos’ u (Deniz) meydana getirdi. Gaia ve Uranus’un kucaklaşmasıyla ilk varlıklar oluşmaya başladılar. Gaia, Uranus’ un kolları arasında mutlulukla kıpırdandığında, narin, yeşil, yumuşak tepeler oluştu, ve Gaia bu tepelerden Titanları doğurdu. Titanlardan sonra, Gaia yüz kollu, dev canavarlar doğurdu. Babaları Uranus onlardan görür görmez nefret etti, iğrendi, onları yuttu ve toprağın içine geri itti. Gaia acıyla kıvranıyordu, bu kıvranmalardan yeryüzündeki büyük taşlık dağlar oluştu. Ancak Uranus Gaia’ ya eziyet etmekten vazgeçmiyordu.

                Gaia acı içindeki çocukları Titan’lara seslendi. Babaları Uranus’ a karşı kendisiyle birlik olmalarını istedi. Ancak Titan’ lar Uranus’ tan o kadar korkuyolardı ki yardım çağrısına karşılık vermediler. Ama cesur biri vardı ki annesine yardım edip babasını saf dışı bıraktıklarında evrenin idaresinin kendisine geçeceğini sezinleyen  Kronos. Bunun üzerine Gaia, Kronos’ un pençeye benzeyen güçlü elleri için demiri yarattı. Yerden biten bu demiri çakıl taşıyla biledi, bir orak haline getirdi ve Kronos’ a verdi. “Bununla babanı hadım edeceksin!” dedi. Kronos orağı aldı, ve gece olduğunda uykuya çekilen babasının üzerine atıldı ve onu hadım etti. Böylece gökyüzü sonsuza dek yeryüzünden ayrılmış oldu, artık dünyaya hükmedecek hükümdarların, toprağa ayak basmaları gerekecekti, gökyüzünden yeryüzüne hükmetmek olanaksızlaşmıştı.

                Babasının erkeklik organını kesen Kronos, ardına bile bakmadan oradan uzaklaştı. Kesilmiş erkeklik organından toprağa damlayan kanlardan yeni varlıklar doğdu. Erkeklik organı kesilmiş olan Uranus, korkunç bir acı duymuştu, duyduğu ilk acıydı bu, korkunç bir çığlık attı. Uranus’ un intikam arzusuyla dolu bu çığlığından ve havada uçmakta olan kesik organdan damlayan ilk kan damlalarından İntikam Tanrıçaları Erinysler doğdu...

                Ardından erkeklik organından damlayan ikinci kanla birlikte Gigantlar oluştu. Gigantların dış görünüşleri pek garipti. İnsanlara benzer bir yapıları vardı ancak vücutlarının alt kısmında yılan biçimli bir kuyruk bulunuyordu. İki ayakları üzerinde duruyorlar ancak sürüngen özellikleri de gösteriyorlardı.

                Organ uçtu, uçtu, sonunda suya düştü... Üzerinde bulunan spermler tuzlu deniz suyu ile birleşti ve bir köpük oluşturdu. Bu köpük Kıbrıs kıyılarında karaya vurdu ve içinden güzeller güzelli Aşk Tanrıçası Aphrodite çıktı. Aphrodite göğün kızıdır ve ilk Tanrıçalardan biridir.

                Uranus hadım edilip cinsel organından dünyaya Erinysler, Gigantlar ve Aphrodite geldikten sonra Kronos Baş Tanrı olmuş ve tahta geçmiştir.
                Ancak Kronos’ un, babasından daha da zalim bir Tanrı olacağını kimse bilemezdi.  Yüz kollu dev kardeşlerini kurtaracağı yerde, ona umut bağlamış olan zavallıcıkları daha da derinlere, Tartaros’a itti. Tartaros, Yeraltı Dünyası’nın en derin, en korkunç, en karanlık yeridir ve Homeros tarafından “ Tartaros’ un yeraltı dünyasına olan uzaklığı, dünyanın gökyüzüne uzaklığı kadardır. “ diye tanımlanır. Oraya düşmek, bir varlığın başına gelebilecek en kötü şeydir.

                Kronos, kendisine ayak bağı olacaklarını düşündüğü kardeşlerini Tartaros’a hapsettikten sonra keyfine baktı ve kardeşi Rhea’yı kendisine eş olarak aldı. Fakat hayal kırıklığına uğramış olan Gaia, Kronos’ un ihanetine bir kehanetle yanıt verdi ve Kronos’ un keyfini kaçırdı... “ Babana yaptıklarının aynısını günün birinde çocuklarından biri de sana yapacak. “
                Rhea, Kronos’ a bir sürü çocuk doğurdu. Böylece eski Yunan Tanrıçaları ve Tanrıları birer birer ortaya çıktılar.

                Kronos, annesinin kehanetinden korkuyor, Rhea doğurdukça çocukları yutuyordu. Rhea bu durumdan elbette hoşnut değildi ancak, günün birinde doğacak çocuğunu sever de kıyamaz yutamaz umuduyla doğurmaya devam ediyordu. Ancak Kronos akıllanacağa benzemiyordu. Oysa Rhea’nın sabrı tükenmişti, yine hamileydi ve bu sefer doğacak çocuğunu Kronos’un midesine göndermeye hiç niyeti yoktu!
                Annesi Gaia’dan akıl aldı, ve onun öğüdüne uyarak çocuğunu dağlık bir yere gidip doğurdu ve oğlunu keçi sütü ile besledi. Sonra da onu Doğa Perileri olan Kuret lere emanet etti. Kuretler eğer Kronos oralara yaklaşacak olursa korkunç sesler çıkarıp bebeğin sesini duymamasını sağlayacaklarına söz verdiler.
                Sonra Rhea yerden bir kaya aldı ve bunu battaniyelere sarıp sarmalayıp doğurduğu yavrusu diye
Kronos’a verdi. Kronos’un öylesine gözü dönmüştü ki kayayı battaniyelerle birlikte yuttu ve Rhea’nın sonraki doğumuna kadar rahatladı. Fakat Rhea yeniden doğurmadı.
                Aradan yıllar geçti ve Zeus genç, güçlü ve kuvvetli bir Tanrı oldu. Günün birinde Metis’e, Akıllı ve Bilge Peri’ ye rastladı. Zeus hemen ona aşık oldu. Metis’e hayatını anlattı. Babasının çılgınlıklarından, yeraltına hapsedilmiş kardeşlerinden bahsetti. Metis öğrendikleri karşısında kayıtsız kalamadı ve Zeus’ a yardım etmeye karar verdi. Hemen büyülü bir iksir hazırladı ve babasına içirmesini tembihleyerek bunu Zeus’a verdi. Zeus kendisini babasının sarayına kabul ettirdi ve bu iksiri babasının şarabına koydu. İksir hemen etkisini gösterdi ve Kronos yuttuğu çocukları bir bir kustu. Çocukları, Kronos’un midesinden çıktıktan sonra babalarının karşısına dikildiler: İlerde Olympos’ ta bir nevi ev kadını olan Ocak ve Ev Düzeni Tanrıçası Hestia, kolunda bir demet başak ile tasvir edilen Bereket Tanrıçası Demeter, evliliğin koruyucusu Hera, sonradan Yeraltı Dünyası’nın Tanrısı olan Hades ve sonradan Denizler Tanrısı olan Poseidon...
                Hepsi de Zeus’ un önderliğinde babalarına karşı birleştiler ve şiddetli bir savaş başladı. Zeus, Tartaros’ tan yüz kolluları çıkardı. Onlar da kendilerini esaretten kurtaran Zeus’a minnettarlıklarını bildirmek için onun yanında savaştılar. Hatta Zeus’a şimşekli silahlar armağan ettiler. Böylece savaş Zeus ve kardeşlerinin üstünlüğü ile sona erdi.     
Kronos alt edilince, Zeus önderliğinde yepyeni bir düzen kuruldu. Zeus, kendisini “ Gökyüzünün ve Yeryüzü’ nün Tanrısı”, Poseidon’ u “ Denizler ve Irmakların Tanrısı”, Hades’ i “ Yeraltı Dünyası’nın Tanrısı” ilan edip, zirvesi devamlı bulutlarla kaplı olan Olympos Dağı’ na yerleşti.
Ayrıca; Zeus kendisine karşı gelen Titanları Tartaros’a kapatarak cezalandırdı. Ancak birer Titan oldukları halde kendisine başkaldırmayan Prometheus ve Epimetheus kardeşleri “ İnsanın Yaratılışı”nda görevlendirdi. Savaşta diğer Titanların başında bulunan Atlas ise en büyük cezayı, yerküreyi omuzlarında taşıma cezasını aldı...

                Dünya yaratıldıktan sonra geriye tek bir eksik kaldı. O da insandı. Ya insan nasıl yaratıldı?

                Titan İapetos’ un dört oğlu olmuştu. Bunlardan Menoitios ve Atlas; Zeus’ e başkaldıran Titanlarla beraber olduklarından cezalandırılmışlardı. Menoitios hainliğinden ve ölçüsüz cüretinden dolayı Erebes’ e daldırılmıştı. Atlas ise dünyanın öbür ucunda ve Hesperideslerin önünde omuzlarına gök kubbesini yüklenerek ayakta beklemek cezasına çarptırılmıştı. Diğer iki kardeş Prometheus ve Epimetheus’ un kaderleri daha farklı oldu. Her ikisi de insanın yaratılışında önemli rol oynadılar.

                Olympos Tanrılarının kudretine ve kuvvetine karşılık Prometheus’ ta kurnazlık ve zeka vardı. Titanların meşhur isyanları sırasında tarafsız davranan bir Titan olduğu halde baş Tanrı kendisine başkaldırmadığı, tersine saygı gösterdiği için Prometheus’u  Olympos’a ölmezler arasına kabul etmişti. Fakat kendi ırkını mahveden Zeus’a karşı içinde büyük bir kin ve öfke olan Prometheus, Tanrılarını inkar edecek, onları hiçe sayacak ve işleyecekleri kötülüklerle en vahşi hayvanlara bile taş çıkartacak, dünyanın başına bela olacak bir mahluğu, insanı yaratarak intikam almaya karar verdi. Prometheus ilk insanı çamuru göz yaşlarıyla karıştırarak yarattı. O sırada oradan geçmekte olan Athena  Prometheus’un eserine hayran kaldı ve çamura hayat üfledi. Buna aslanın gücünü, tavusun kibrini, tilkinin kurnazlığını tavşan’ın ürkekliğini kattı.
Voltaire de Felsefe Sözlüğü’ nün insan bahsinde şöyle bir mit ten bahsediyor: “ İnsan yaratıldıktan sonra yaşayacağı zamanın, yani ömrün tespiti meselesi kaldı. Zeus, insanın normal olarak 25 sene yaşamasını kâfi görüyordu. İnsan sızlandı. 25 senede ne yapabilecekti? Aşağı yukarı bunun yarısı uyku ile geçecekti. Çocukluk dönemini de çıkarınca geriye bir şey kalmayacaktı. Zeus: “ Ne yapayım; en son yaratıldığın için güçlü olmak, hızlı uçmak, çok uzaklardan görmek, iyi koku almak vasıfları gibi uzun ömür de diğer canlılara dağıtıldı.” dedi. İnsan ağlayarak yalvarmasına devam etti. O sırada onun yanında şu altı hayvan bulunuyordu. “ Tırtıl, Kelebek, Tavus, Beygir, Tilki, Maymun” Hayatı tatlı bularak çok yaşamak için çırpınan insan,  Zeus a bu hayvanları göstererek “ Bunların ömürlerinden al bana ver, ben üstün bir canlıyım, benim çok yaşamam lazım, onlar yaşamasalar da olur. “ dedi. Baş Tanrı bunun haksız olacağını, Tanrılar için her canlının eşit olduğunu ileri sürerek, insanın, ömrünün belirli zamanlarında o hayvanların hayatını yaşamasını, yani o hayvanlar gibi ömür sürmesini şart koşarak hayatı uzattı. Bu sebeptendir ki, yeni doğan bir insan yavrusu evvelce “ Tırtıl gibi yerde sürünür, emekler, bu bebeklik dönemidir. Sonra Kelebekler gibi neşe ile koşar, oynar, bu çocukluk çağıdır. Zaman geçince özellikle on beşinden sonra gençlik çağı başlar. Bu devrede insan Tavus hayatını yaşar, onun gibi gururlanır. 25- 30 yaşından sonra ev bark sahibi olunca üzüntüler, kederler başlar; o zaman beygir gibi hayatın yükünü çekmek icap eder. İnsan kırkından sonra tecrübe sahibi olur, olgunlaşır, bu devrede Tilki gibi kurnaz olur. Ellisinden, altmışından sonra da insan maymun gibi çirkinleşir. “
İnsan ilk yaratıldığında çıplaktı, kendisini koruyacak hiç bir şeye sahip değildi. Doğduğu günden itibaren acıları, üzüntüleri, ve bitmek bilmeyen ihtiyaçları başlıyordu. İlk insan çiğ meyvelerle, kanlı etlerle beslenip, elbise yerine bitkilerin yapraklarına sarılıyorlardı. Güneşin faydalarını bilmeden kendilerini karanlık oyuklarda saklıyorlardı. İnsanoğlu yaratıldığında Prometheus kardeşi Epimetheus’a dedi ki, “ Şimdi de sen bu ölümlü canlıların sıfatlarını dağıt. “ Epimetheus başladı onlara iyi kötü özellikler vermeye. En son sıra insana geldi. Fakat Epimetheus elindeki bütün güzel sıfatları dağıtmış, insana verecek bir şeyi kalmamıştı! Prometheus yetişti o anda ve insana iki ayağı üzerinde durma yetisi, ateşi ve bunu kullanacak zekayı vermekte karar kıldı. (Bu arada belirtmek isterim ki Prometheus ileri görüşlü / önceden gören, Epimetheus ise “geri” görüşlü / sonradan gören anlamına gelmektedir.)
İnsanlar gelişmeye başladılar. Zeus karıştı orda hemen işin içine. Dedi ki, “Biz Tanrılara tapınmayı öğrensin insanoğlu. Bana, kurban ettiğiniz her hayvanın bir parçasını vereceksiniz. Hangi parça olduğuna ben karar vereceğim. Haydi kurban edin bana şurada duran koyunu.” diye buyurdu. 

                 Prometheus insanlara yardımcı oldu hemen. Ölümsüz bir Tanrının, insanoğlunun yiyeceğine kendisini ortak koşuyor olmasına öfkelendi ve bir oyun oynadı  Zeus’a. Kurban etinin en güzel parçalarını işkembenin içine doldurdu. En kötü kısımlarla kemiklerin üstünü yağlarla bir güzel örttü. İnsanlar dediler ki , “ Buyur seç bakalım, hangi parçaları sana verelim kurban ettiğimiz hayvanlardan, ulu Zeus? ” Zeus şöyle bir baktı, “O iğrenç işkembeyi ben ne yapayım, şu yağlarla kaplı semiz etleri seçiyorum.” dedi. Ancak bir baktı ki yağların altında kemik dolu. Çok öfkelenen Zeus kendisini aldatmış olan insanlara ve Prometheus’a çok içerledi. Bir Tanrı olarak oyuna getirilmeyi hazmedemiyordu ama, Tanrının kararı kesin olmak zorundaydı; hayır bunu beğenmedim diğerini alacağım diyemezdi.

                Ulu Tanrı oyuna getirilmeyi yediremeyerek insanların elinden ateşi aldı. Fakat Prometheus yine insanların yardımına koştu. İçi baştan başa oyuk fakat yanabilir bir özle kaplı olan Ferule “ Şeytantersi ağacı” denilen ağaçtan bir dal koparıp Lemnos adasına gitti. Hephaistos un (Ateş Tanrısı) alevler fışkıran ocağına yaklaştı ve madenleri eriten kızgın ateşinden bir kıvılcım çaldı. Elindeki sopanın özünün içine sakladı ve onu yeniden insanlara götürdü. O günden itibaren insanlar ateşin yardımıyla daha iyi yaşamaya başladılar. Yiyeceklerini pişiriyorlar, soğuk havada ısınıyorlar, karanlık mağaralarda çıralı odunları yakarak birbirlerinin yüzlerini görüyorlardı. Fakat bir süre sonra nerden geldiklerini ve ne olduklarını unutarak kendilerini Tanrılarla eşit tutmaya başladılar. Zeus onların böyle şımarık davranacaklarını önceden tahmin ettiği için onlara ateşi vermemişti. Kendi haberi olmaksızın insanlara ateşi hediye ettiği ve onları şımarttığı için Prometheus’ a kızarak onu Kafkas dağlarının en yüksek tepesine gönderdi ve ateşin, sanayiinin Tanrısı Hephaistos’tan onu yalçın kayalara çakmasını istedi. İlahi demirci istemeyerek Zeus’un bu emrine boyun eğdi ve Prometheus’ un kollarına ayaklarına kırılmaz zincirler geçirerek onları sıkıca kayalara çaktı. Prometheus’ un cezası bununla da kalmadı. . Her sabah, kocaman bir kartal kanatlarını açarak süzülüyor ve gelip Prometheus’un ciğerlerini yiyordu. Bu vahşi hayvan sivri tırnaklarını Prometheus’ un göğsüne batırıyor ve korkunç gagası ile ciğerini didikliyordu. Akşama kadar yediği ciğer, gece sabaha kadar tekrar bitiyor, çoğalıyor eski haline geliyordu. Bu işkence tam bin sene sürecekti. Fakat otuz sene sonra Zeus  Prometheus’a acıdı ve onu affederek tekrar ölümsüzler arasına Olympos dağına aldı.

                Sonunda Prometheus yeniden özgürlüğüne kavuşmuş. Ama nasıl, işte bu kesin olarak bilinmiyor. Bazı kaynaklara göre, Hercules kurtarmış onu. Bazıları ise, Zeus’un onu affettiğini söyler. Çünkü, Zeus yine gönlünü yeni bir aşka, Su Perisi Thetis’e kaptırdığında, ileri görüşlü Prometheus bunu görüp, “ Thetis’ in doğuracağı çocuk babasından çok daha kuvvetli ve iktidar sahibi olacak, sakın onla beraber olma.” demiş ve Zeus onun zincirlerini çözmüş.
Prometheus insanlar arasındaki yaşamına devam etti fakat yinede Zeus’un ona bir kötülük yapabileceğini de biliyordu. Bu yüzden kardeşi Epimetheus’a: “Sakın Tanrılardan hediye kabul etme.” dedi. Ancak günün birinde Epimetheus Tanrılardan gönderilen bir hediyeyi geri çeviremedi. Bu hediye dünya üzerindeki ilk kadın olan güzeller güzeli Pandora idi.

                Zeus, oldukça başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos’tan kadını yaratmasını istedi. Hephaistos babasının isteği üzerine çamuru su ile yoğurdu ve görenleri şaşırtacak güzellikte bir kadın vücudu yarattı. Olympos’ta oturan Tanrıçaların en güzeli olan ve kendi karısı olan Aphrodite’in vücudunu model olarak kullanmıştı. Heykel bitince onun kalbine ruh yerine bir kıvılcım koydu. O zaman heykelin gözleri açıldı. Kolları bacakları kıpırdamaya ve dudakları konuşmaya başladı. Onu süslemek için bütün tanrılar ve tanrıçalar yardım ettiler. Herkes kendisinden ona bir şey armağan etti ve ona Rumca “bütün armağan” anlamına gelen Pandora adını taktılar. Athena ona güzel bir kemer, süslü elbiseler verdi. Letafet perileri Kharites beyaz göğsüne parlak altın gerdanlık taktılar. Aphrodite başına güzellikler saçtı. Güzel saçlı Horalar ilkbahar çiçekleriyle onu süslediler. Hermes, Pandora’ nın kalbine, hıyanet ve aldatıcı sözler yerleştirdi. Zeus da ona esrarlı bir kutu armağan etti ve ona dedi ki; “Sakın verdiğim kutuyu açma, içindeki iyi şeyler uzaklara kaçar ve onların yerine fenalıklar gelir, seni rahatsız ederler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanların saadeti ve felaketi bu kutunun açılıp açılmamasına bağlıdır.“ Böyle dedikten sonra baş Tanrı ilk kadını yeryüzüne indirdi ve Prometheus’ un kardeşi Epimetheus’a gelin olarak gönderdi. Prometheus kardeşine Zeus’tan hiç bir şekilde hediye kabul etmemesini tembih ettiği halde Pandora’ nın güzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tutmadı ve onunla evlendi.

               Pandora oldukça meraklı olduğundan dünyaya gelir gelmez kutunun içinde ne olabileceğini düşünmeye başladı ve Zeus’ un uyarısını unutarak kutuyu açtı. Kutunun içindeki hastalık, keder, ıstırap, yalan, riya gibi insanları rahatsız edecek ve onları felakete sürükleyecek ne kadar kötülük varsa hepsi açılan kutudan kuşlar gibi uçuştular. Pandora hatasını anlayarak biraz sonra kutuyu kapadı ancak kutuya kapatılan kötülüklerin arasında, insanları yaşatacak, teselli edecek “ Umut” ta vardı. Fakat umut dışarı çıkamamış kutuda kalmıştı. . Böylece Zeus ilk kadını beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almıştı.

               Umut, o anda Prometheus’ un yönetimine girdi. Onu çok iyi korudu Prometheus ve asla gerekenden fazlasını vermedi kimseye; ve kardeşinin hatalarının sonucu, yaratmış olduğu insanoğlunu asırlar boyunca korumak, kollamak zorunda kaldı...


Kayra "Keri" KÜPÇÜ  www.frpnet.net/yazilar/Keri/mitoloji.htm+mitoloji%2Byunan&hl=tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder