12 Aralık 2015 Cumartesi

İyi Örnek: Yahudi Soykırımında Danimarka Örneği




Hannah Arendt 

http://www.hannaharendtcenter.org/?cat=930

...Danimarka'daki Yahudilerin hikâyesi sui generis'tir (nevî şahsına münhasır) ve -ister işgal edilmiş, ister Mihver Devletlerinden biri, ister bağımsız veya tümüyle bağımlı olsun- hiçbir Avrupa ülkesi Danimarka halkı ve hükümeti gibi davranmamıştır. Bu hikâye, şiddet içermeyen eylemin ve çok güçlü şiddet araçlarına sahip bir düşmana direnişin bünyesindeki muazzam güç potansiyeli hakkında bir şeyler öğrenmek isteyen bütün siyasal bilimler araştırmacılarına mutlaka okuması tavsiye edilecek türden bir hikâyedir. 

Kuşkusuz, diğer Avrupa ülkelerinin sadece birkaçı "Yahudi meselesini doğru dürüst anlamadı", çoğu "radikal" ve "nihai” çözümlere aslında karşıydı. Danimarka, İsveç, İtalya ve Bulgaristan gibi ülkeler antisemitizmden neredeyse hiç etkilenmedi; ama coğrafi açıdan Almanya'nın etki alanına giren üç ülkeden sadece Danimarka, Alman efendilerine bu konu hakkında gerçekten ne düşündüğünü söylemeye cesaret etti. İtalya ve Bulgaristan, Almanların emirlerini sabote etti ve karmaşık bir oyunu ikiyüzlü, riyakâr davranarak oynamaya çalıştı; marifet isteyen bir oyundan alnının akıyla çıkıp kendi Yahudilerini kurtardı, ama Yahudi politikasına asla karşı çıkmadı.Yaptıkları, Danimarkalıların yaptığından tümüyle farklıydı. 
Danimarka hükümet yetkilileri, kendilerine büyük bir ihtiyatla sarı amblem konusunu açan Almanlara, bu nişanı koluna ilk geçirecek kişinin Kral olacağı yanıtını verdiler; ayrıca, Yahudi karşıtı herhangi bir tedbire başvurulması durumunda hemen istifa edeceklerini belirtmeyi de ihmal etmediler. Almanların Danimarkalılara, sayıları altı bin dört yüzü bulan Yahudi kökenli Danimarka yerlileri ile savaştan önce iltica talebi kabul edilen ve Alman hükümetinin artık devletsiz ilan ettiği bin dört yüz Alman Yahudisi arasındaki hayati önem taşıyan ayrımı bile kabul ettirememiş olması, bu meselenin bütünü açısından son derece belirleyiciydi. 

Tekliflerinin reddedilmesi karşısında Almanlar şaşkına dönmüş olmalı; zira bir hükümetin, kesinlikle vatandaşlığa kabul etmediği, hatta çalışma izni bile vermediği insanları koruması çok "mantıksızdı". (Yasal açıdan, Danimarka'daki mültecilerin savaştan önceki hali Fransa'dakinden pek farklı değildi; ama Fransa'da, Üçüncü Cumhuriyetin devlet hizmetindeki yolsuzluklar bazı mültecilerin rüşvetle veya "bağlantıları" sayesinde vatandaşlık belgesi edinmesini mümkün hale getirmişti ve bu ülkede mültecilerin çoğu yasadışı olarak çalışabiliyor, çalışma izni olmadan da iş yapabiliyordu. Ancak İsviçre gibi Danimarka da pour se debrouilier [idare edilebilecek] bir ülke değildi.) Gelgelelim Danimarkalılıar Alman yetkililere, devletsiz mülteciler artık Alman vatandaşı olmadığına göre, Nazilerin, Danimarkalıların rızası olmadan bu mülteciler üzerinde hak iddia edemeyeceğini söylediler. Devletsiz olmanın bir işe yaradığı ender durumlardan biriydi bu. Yine de Yahudileri kurtaran sadece devletsiz olmaları değildi elbette, bilakis Danimarka hükümetinin Yahudileri korumaya karar vermiş olmasıydı. Nitekim, cinayet bürokrasisi için son derece önemli olan başlangıç hamlelerinden hiçbiri yapılamadı ve operasyonlar 1943 sonbaharına kadar ertelendi.

Daha sonra olanlar gerçekten inanamazdı; diğer Avrupa ülkelerinde olup bitenlere kıyasla, işler iyice çığırından çıkmıştı. Ağustos 1943'te -Almanların Rusya saldırısı başarısızlıkla sonuçlandıktan, Alman Afrika Kolordusu Tunus'ta teslim olduktan ve Müttefikler İtalya'yı işgal ettikten sonra- İsveç hükümeti 1940'ta Almanya'yla yaptığı, Alman birliklerinin bu ülkeden geçmesine izin veren anlaşmayı feshetti. Bunun üzerine, Danimarkalı işçiler işleri biraz hızlandırmaya yardım edebileceklerini düşündüler; Danimarka'daki tersanelerde karışıklıklar başladı, işçiler Alman gemilerini onarmayı reddedip grev yaptılar. Alman askeri yetkilisi acil durum ilan etti ve sıkıyönetim başlattı, Himmler "çözüm"ü fazla uzayan Yahudi meselesini halletmenin tam zamanı olduğunu düşündü. Danimarkalıların direnişinden başka, Himmler'in hesaba katmadığı bir şey daha vardı: Yıllardır bu ülkede yaşayan Alman yetkililer o eski Almanlar değildi artık. Askeri komutan General von Hannecken'in Alman birliklerini Reich yetkilisi Dr. Werner Best'in emrine vermeyi reddetmesi yetmezmiş gibi, Danimarka'daki özel SS birimleri (Einsatzkommandos) de -Best'in Nürnberg'de verdiği ifadeye göre- çoğu defa "merkez bürolar aracılığıyla uygulamaları emredilen tedbirlere" karşı çıktı. Yılların Gestaposu, Heydrich'in eski hukuk danışmanı, o zamanın polisle ilgili en meşhur kitabının yazan, Paris'teki askeri idarede görevli olduğu zaman yaptığı işlerle üstlerini memnun eden Best de güvenilir biri değildi artık; yine de Berlin'dekilerin, Best'in kaypaklığının nerelere vardığını öğrendiği şüphelidir. Bununla beraber, işlerin yolunda gitmeyeceği daha en baştan belliydi ve Eichmann’ın bürosundaki en iyi adamlardan biri Danimarka’ya gönderildi - o zamana kadar, Rolf Günther'in bu iş için gerekli "amansız sertliğe" sahip olmadığını iddia eden tek bir kişi bile olmamıştı. Günther Kopenhag'daki meslektaşlarının üzerinde baskı kuramadı ve von Hannecken artık bütün Yahudileri zorla çalıştırmayı gerektiren bir emir yayımlamayı bile reddediyordu.
Best, Berlin’e gitti ve Danimarka'dan gelen bütün Yahudilerin, hangi kategoriye girerlerse girsinler, Theresienstadt'a [toplama kampı] gönderileceği sözünü aldı - Nazilere göre çok büyük bir ödün verilmişti. 1 Ekim de Yahudiler yakalanıp apar topar götürülecekti - gemiler limanda hazır bekliyordu - ne DanimarkalIlardan ne Yahudilerden ne de Alman birliklerinden hayır geleceği düşünüldüğünden, Almanya'dan polis birimleri geldi ve kapı kapı dolaşıp Yahudileri aramaya başladı. Best son anda, polislerin zorla evlere girmesine izin verilmediğini, çünkü böyle bir durumda Danimarka polisinin olaya müdahale edebileceğini ve bu konuda Danimarkalılarla tartışmamalarını söyledi. Dolayısıyla, sadece kendi rızasıyla kapısını açan Yahudileri yakalayabileceklerdi. 
Toplam 7800'den fazla Yahudi arasından, evinde olan ve polisi içeri almaya rıza gösteren tam 477 kişi çıktı. Kıyamet Günü'nden birkaç gün önce, muhtemelen bizzat Best'in bir şeyler çıtlattığı Alman sevkiyat görevlisi Georg F. Duckwitz, Danimarkalı hükümet yetkililerini planın tamamından haberdar etti; yetkililer de en kısa zamanda Yahudi cemaatinin önde gelen isimlerini durumdan haberdar etti. Diğer ülkelerdeki Yahudi liderlerinden büyük bir farkla, bu haberi sinagoglarda, Yılbaşı ayinleri vesilesiyle açık açık herkese duyurdular. Yahudiler evlerini terk edip saklanacak vakti ancak buldular; ama neyse ki Danimarka’da saklanmaları çok kolaydı, zira "Kralından en sıradan vatandaşına kadar Danimarka halkının her kesimi" onları ağırlamaya hazırdı.
Danimarka'nın Almanya tarafından işgali esnasında Danimarkalı balıkçılar (önde) 
Yahudileri dar boğazdan güvenlikleri için tarafsız İsveç'e götürüyor. İsveç, 1943.
— Museet for Danmarks Frihedskamp
Danimarka'nın İsveç gibi bir komşusu olmasaydı, belki de savaşın sonuna kadar saklanabilirlerdi. Yahudileri İsveç'e göndermek makul görünüyordu ve bu iş Danimarka balıkçı filosunun yardımıyla yapılacaktı. Parası olmayan Yahudilerin ulaşım masraflarını -kişi başı yüz dolar- çoğunlukla zengin Danimarka vatandaşları karşıladı, zaten işin belki en şaşırtıcı tarafı da buydu; çünkü sıradan Yahudilerin sınırdışı edilme masraflarını kendi ceplerinden ödedikleri, zengin olanlarının da (Hollanda'ya, Slovakya'ya ve daha sonra da Macaristan'a) çıkış izni için koca bir servet döktüğü bir dönemde yaşıyorlardı. Bölge yetkililerine rüşvet veriyor veya sadece nakit kabul eden ve Hollanda belgelerini kişi başı beş-on bin dolara satan SS'lerle "yasal olarak" pazarlık ediyorlardı. Yahudileri sahiden sevgiyle karşılayan ve onlara gerçekten yardım etmek isteyen insanların olduğu yerler için bile para vermeleri gerekiyordu, yani fakir insanların kaçma şansı hiç yoktu.
Bütün Yahudilerin Danimarka'dan gemilere bindirilip beş ila on beş millik bir mesafeyi aşarak İsveç'e ulaştırılması ekimin ortalarını buldu. İsveçliler 5919 Yahudiyi kabul etti; bu Yahudilerin en az 1000'i Alman kökenlilerden, 1310'u yarı-Yahudilerden, 686’sı da Yahudilerle evli olan ama aslen Yahudi olmayan insanlardan oluşuyordu. (Danimarkalı Yahudilerin neredeyse yansı bu ülkede kalmış ve savaş boyunca saklanmışlardı.) DanimarkalI olmayan Yahudilerin durumu diğerlerine göre daha iyiydi, hepsi çalışma izni almıştı. Alman polisinin eline düşen birkaç yüz Yahudi Theresienstadt’a gönderildi. Genelde yaşlı veya fakir olan bu Yahudiler ya haberi geç almışlar ya da bu haberin gerçekte ne anlama geldiğini kavrayamamışlardı. Danimarka'daki kurumların ve özel şahısların bu konuda sürekli "yaygara koparması” sayesinde, gettoda başka hiçbir gruba tanınmayan ayrıcalıklarla yaşadılar. 48 kişi öldü, ama grubun yaş ortalaması göz önünde bulundurulduğunda çok da yüksek bir rakam sayılmazdı bu. Her şey sona erdiğinde, Eichmann'ın kanaati "çok çeşitli nedenlerle, Danimarka'daki Yahudi karşıtı faaliyetlerin tam bir fiyaskoyla sonuçlandığı" yolundaydı; buna karşılık Dr. Best "operasyonun amacının Yahudilerin büyük bir bölümünü ele geçirmek değil, Danimarka’yı Yahudilerden temizlemek olduğunu ve artık bu amaca ulaşıldığını" beyan etti.
Siyasal ve psikolojik açıdan, bu olayın en ilgi çekici tarafı belki de Alman yetkililerin Danimarka'da oynadığı rol, yani Berlin’den gelen emirleri göz göre göre sabote etmeleriydi. Bildiğimiz kadarıyla, Nazilerin açık bir yerli direnişle karşılaştığı tek vaka bu ve görünüşe göre bu direnişe maruz kalanlar sonuçta bu konudaki fikirlerini değiştirdiler. Anlaşılan koca bir halkın yok edilmesini, olayların doğal bir sonucu olarak görmüyorlardı artık. 
İlke düzeyinde direnişlerle karşılaşınca, "sertlikleri" güneşte kalmış tereyağı gibi eriyip gitmişti; hatta sahiden cesaret göstermeye bile başlamışlardı. "Sertlik" idealinin -belki de bir insan bunu yapamaz diyeceğiniz birkaç vahşet dışında- ne pahasına olursa olsun uyuma duydukları amansız arzuyu gizleyerek kendilerini kandırmalarını sağlayan bir efsaneden başka bir şey olmadığı, Nürnberg Duruşmalarında iyice meydana çıktı. Birbirlerini suçladıkları ve birbirlerine ihanet ettikleri bu duruşmalarda davalılar, bütün dünyayı "aslında her zaman buna karşı olduklarına" ikna etmeye çalıştılar veya -daha sonra Eichmann’ ın da yapacağı gibi- üstlerinin, kendilerinin en iyi vasıflarını "İstismar ettiğini" öne sürdüler. (Kudüs'te, Eichmann "iktidarda olanları" kendisinin "itaatkârlığını" istismar etmekle suçladı. "İyi bir hükümetin tebaası şanslıdır, kötü bir hükümetin tebaası ise şanssızdır. Benim hiç şansım olmadı.") Atmosfer bayağı değişmişti; her ne kadar çoğu sonunun ölüm olacağını bilse de, içlerinden biri bile Nazi ideolojisini savunma cesareti gösterememişti. 

Nürnberg’de, Werner Best karmaşık, çift taraflı bir rol oynadığını ve Danimarkalı yetkililerin yaklaşan felaketten kendisi sayesinde haberdar olduğunu iddia etti; buna karşılık, belgelenmiş kanıtlar Danimarka operasyonunu Berlin’de bizzat Best'in teklif ettiğini gösteriyordu; ama Best bunun da oyunun bir parçası olduğunu söyledi. Danimarka'ya iade edildi ve orada ölüme mahkûm edildi, ama karara itiraz edip temyize gitti ve şaşırtıcı bir sonuç aldı; "yeni kanıtlar" sayesinde, cezası beş yıl hapse çevrildi ve cezasını çektikten sonra salıverildi. Anlaşılan, gerçekten elinden gelenin en iyisini yaptığı konusunda Danimarka mahkemesini ikna etmeyi başarmıştı.

"Kötülüğün Sıradanlığı/Eichmann in Jerusalem", Batı Avrupa - Fransa, Belçika, Hollanda Danimarka, İtalya bölümü içinde, Metis Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder